13 yıldır öyle karakterleri öyle ustalıkla canlandırdı ki; hafızamıza kazıdı. Adını Türkiye’nin en iyi kadın oyuncuları arasına yazdırdı. Sosyal medyada yaptığı paylaşımlar ve açıklamalarla gündemden hiç düşmemesi konusunda “Sosyal medyada biraz kafama göre takılmak istiyorum, öyle de takılacağım. Altı üstü uygulama bunlar ya” diyor. Şimdi ‘Bihter’ filmiyle karşımızda Farah Zeynep Abdullah. Onunla zorla botoks yaptırmasını isteyen yönetmenden Hande Ataizi ile yaşadıklarına, “Sadece ben değil, ailem de dahil olmak üzere, tehdit edildim, hakarete uğradım” dediği Yılmaz Güney olayından Nur Sürer’e ve galada gündem yaratan kıyafetine uzanıyoruz: “Anasına küfretmişimcesine giydiklerimden nefret eden insanlar bana komik geliyor.”
Farah Zeynep Abdullah’la fotoğraf çekimini de yapacağımız gün buluşuyoruz. Stüdyoya girdiğimde çekimin başladığını görüyorum. Objektifin arkasında büyük bir ekip var, çok profesyonel çalışıyor. Uzun zaman sonra yeniden sohbet etmek için birlikteyiz. Göz göze geldiğimizde ikimizin de yüzü gülüyor. Farah çok doğal, tam da sosyal medyadaki hali gibi neşeli ve esprili. Bir yanıyla çok nahifken bir yanıyla da çok güçlü bir duruşu olduğunu size hissettiriyor. Başlıyoruz muhabbetimize.
Sık sık gündemdesin. Ya söylediğin bir söz ya attığın bir tweet… Gündem yaratmayı mı seviyorsun yoksa bir paratoner gibi olayları üzerine mi çekiyorsun?
Twitter’ı, yeni adıyla X’i bu kadar aktif kullanıp dümdüz kendim olunca biraz böyle oldu bu durum. X’in ayrı bir dili ve mizah anlayışı var, eski nesil anlamıyor bunu ve gündem yaratmak istediğimi sanıyorlar. Gündem yaratmak istesem gidilecek yerler belli. Yaratılan gündemlerin hiçbiri benim bir muhabire bire bir söylediğim şeyler değil. Magazinde yokum, özellikle muhabirlerin olduğunu bildiğim yerlere gitmiyorum. Ama sosyal medyada biraz kafama göre takılmak istiyorum, öyle de takılacağım. Altı üstü uygulama bunlar ya... Çok faydalı özellikleri olduğu gibi bir o kadar da eğlenceli, komik tarafları var.
Genelde oyuncuların sosyal medyalarını basın danışmanları yönetiyor, yazılanlar onaydan geçiyor linç falan olmasın diye… Sen istediğini yazıyorsun. Hiç çekinmiyor musun?
Küfredilecek çok şey var ama etmiyorum. Bu beni biraz zorluyor.
Bihter’in bir sözü vardı “Ben deli değilim, istediğim gibi yaşıyorum” gibi… Senin de kafanın dikine giden, lafını esirgemeyen, istediğini özgürce söyleyen bir halin var. Bir oyuncu hangi noktada bu özgürlüğe kavuşur? Sen nasıl kavuştun? İstediğin gibi yaşamanın delilikle karıştırıldığı oluyor mu?
Çok güzel bir soru. Nereden başlasam... Öncelikle ben, o kadar kafamın dikine giden biri değilim; mantıklı düşünmeye çalışırım, sorgularım. Projenin içindeyken o projeyi sahipleniyorum ve gerçekten onun için doğrusu neyse onu yapmaya çalışıyorum. Projenin reklam süreci dahil, istemezsem yapmayacağım şeyler oluyor, ama bu ‘istemek’ canımın istemesi anlamında değil. Okulda da okuduğum, iş ve özel hayatımda edindiğim birikimle karar veriyorum. 13 yıl oldu ve hâlâ bu bizim sektörde bazen fazla garipseniyor. Ah keşke erkek olsaydım; çok yakışıklı olurdum bence, ‘Vay be, projeyi sahipleniyor, uğraşıyor adam’ diye konuşulurdu. Tüh be (gülüyor).
Bu sektörde bu kadar dobra olarak var olmak zor mu?
Bazen zor. Ama eğlenmeyi öğrendiğimi düşünüyorum artık.
Kadınlar arası kıyaslama
‘Aşk-ı Memnu’ televizyonda yayımlanan, çok izlenen, insanların karakterlerle çok bağ kurduğu bir iş. Prime Video’da yayımlanan ‘Bihter’ de aynı eserden uyarlanan bir film. İşi seçerken hiç bu açılardan düşünerek tereddüt yaşadın mı?
Projeyi ilk duyduğumda çok şaşırdım. Seneler önce bir yönetmene “‘Aşk-ı Memnu’nun filmi olmalı” dediğimde “Bence çok gereksiz” demişti (gülüyor). Üstelik gerçekten de farklı bir şekilde ele alınması beni etkiledi. Benim baktığım; bir film yapılacak, bu filmi ben izler miyim, neden yapılıyor böyle bir film, ben neden bir parçası olayım gibi düz bir açı. Daha önce yapılmış olan şeyler beni fazla ilgilendirmiyor, iki defa çok iyi dizi olarak uyarlanmış ve şu anda da ilk kez sadece ‘Bihter’ olarak uyarlanıyor. Umarım son olmaz. Bu denli değerli bir eser ara ara hep hatırlatılmalı. İleride Firdevs’i oynamak çok isterim.
‘Bihter’de seni çeken ve etkileyen ne oldu?
Açıkçası oyunculuktan daha fazlasını ‘associate producer’ olarak katabilecek olmak, tüm yaratıcı süreçlerde içinde bulunmak beni ayrıca heyecanlandırdı. Yönetmenler ve senaristle birlikte kampa girdik, neyi nasıl çekeceğimiz önceden hep konuşuldu. Profesyonel oyunculuk kariyerimde de hiç bu denli izleyiciyle birlikte yol aldığım bir proje olmamıştı.
Bihter karakteri neredeyse Beren Saat’le özdeşleşmiş, tüm Türkiye'nin dikkatini çekmiş bir rol. Kıyaslanmalara hazır mısın, hiç çekindin mi?
Beren'in ‘Bihter'i benim için de efsane, yaşça daha büyüklere ‘Aşk-ı Memnu’ dediğinizde de hâlâ Müjde Ar derler. Kimisi için Behlül denildiğinde Salih Güney olabilir hatırlanan. Benim baktığım yönden bir çekincem olmadı, her ne olursa olsun projeden bağımsız yapılan oyunculuk kıyaslaması, bilgi yoksunu bir tutum gibi geliyor. Ele alış biçimi incelenebilir, tabii ki kıyaslanabilecek yanlar var ama oyunculuğu projenin kendisinden, hikâyesinden ayrı göremeyiz. Dolayısıyla dedikoducu ve manşet arayışındaki insanlar iki kadının ismini duyunca bayılıyorlar ve hemen sadece kadınlar arası bir kıyaslama başlıyor. Çok yazık.
Kendi Bihter’ini nasıl anlatırsın?
Senaryodaki Bihter hayata tutunmak için yol arayışında olan, en çok annesi gibi olmaktan korkan, bu hırsla da hatalar yapmaya gebe, güç arayışında bir kadın. Bizi de yolculuğuna şahit ediyor, kafasındaki sesleri bizimle paylaşıyor. Çevresindekilerin ona yüklediği görevler var, fakat günbegün hayal kırıklıkları artarken, arzuları değişiyor ve istediğini düşündüğü hayatla ilgili çelişkileri de artmaya başlıyor.
İlk kez bir projede bu kadar cesur sahnelerin var… Zor muydu senin için çekmek?
‘Cesur sahne’ tabirini artık değiştirmeliyiz bence. Proje seçimlerinde cesur olunabilir fakat mesleğini icra ederken zaten verdiğin bir kararın üstüne gereğini yapıyorsundur. Dolayısıyla sahne, sahnedir. Tom Cruise’un dublörsüz çektiği projeler gerçekten cesur mesela, uçak üstünde motorla gidiyor falan (gülüyor). Fakat biz hâlâ iki insanı hikâye gereği öpüşürken görüyoruz diye cesur dememeliyiz. Ne olur artık oyunculuk için eski magazinci tabirler sona ersin. 90’lar bitti.
Sence cinselliği ne zaman olağanlaştırırız?
Bilmem, filmimizde bu kadar cinsellik konuşacak kadar cinsellik yok. Sansürler, yasaklar azalınca, okullarımızda veya ailemizde doğru cinsel eğitim verildiğinde umarım ki cinselliğin zaten olağan olduğunu anlarız.
Aşk, siz onu nasıl yaşıyorsanız odur
‘Aşk-ı Memnu’ bir yasak aşk hikâyesi… Eşinin yeğeniyle birlikte olan Bihter ve amcasının eşiyle birlikte olan Behlül… Bu açıdan da eleştirilen bir yanı var. Bu duruma senin bakışın nedir?
Sadece yasak bir aşk hikâyesi değil. Asıl edebiyat eserinden bahsediyorsak benim bakışım bu ölümsüz eserin insanı çok iyi yansıttığı ve hâlâ günümüzde de geçerliliğini koruyor olması. Zaman değişse de insan psikolojisi baki kalmış. Romandaki her karakter, kendisinin zıddıyla birlikte, adeta ıssız bir ada gibi olan Adnan Bey’in yalısında yaşama tutunmaya çalışıyor. Her karaktere ayrı ayrı baktığımızda, kıskançlık, rekabet, sevgi eksikliği, hırs başlıklarını görebiliriz. Ne ilginçtir ki, istediklerinin zamanla onlar için neredeyse birer cezaya dönüştüğüne şahit oluyoruz. Bu konuda Berna Moran (edebiyat eleştirmeni) romanın Bihter’ini üç ana kısma ayırmış: Hayal ettiği hayatı elde etmek için ve annesine inat zengin Adnan Bey ile yaptığı evlilikte görevini yapmaya çalışan Bihter. Sonrasında yaşadığı hayal kırıklıklarıyla dolu hayatında kadınlığını yaşamak için duyduğu arzuya tutunan Bihter. Son olarak artık kıskançlık ve intikam hisleriyle dolu olan ve çabasının karşılıksız olduğunu fark ettiği zaman kendi canını alan Bihter. Filmin romandan uyarlandığı aks da tüm karakterlerden ziyade, Bihter’in yolculuğu. ‘Behlül’ temelinde de romana sadık kaldığımızı söyleyebilirim. Romantize edilmiş bir Behlül’den ziyade, sonunda gerçekten aciz olduğunu gördüğümüz narsist bir erkek var.
Aşkın Bihter’in yaptığı gibi hiçbir şeyi düşünmeden yaşanan vahşi bir şey olduğuna inanıyor musun?
Ben filmimizdeki Bihter’in öyle bir aşk yaşadığını düşünmüyorum. Bu, insanların dizilerde alıştığı duygudan kaynaklı olabilir ve anlıyorum bazı beklentilerin de büyük bir aşk hikâyesi izleme yönünde olduğunu. Benim aşka bakış açım, valla bilmiyorum, bir şeye inanıyor ya da inanmıyor değilim ama filmlerdeki aşklarla falan hayatı kıyaslamam. Bunu tavsiye de etmem.
Senin hiç yasak aşkın oldu mu?
Çikolata.
Bunca zaman aşkı ve aşk yaşayan farklı karakterleri canlandırdın. Sence aşk nedir?
Ben yer yer kurgu, yer yer gerçek insanları canlandırdım. ‘Bold Pilot’ta aşk, sadece Halis ve Begüm arasındaki büyülü bağ haricinde iki canlı arasındaki o özel bağda da vardı. ‘Unutursam Fısılda’da müziğe âşık olmuş bir kadın, ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’nde hayata âşık bir kadın, ‘Ekşi Elmalar’daysa baba-kız aşkı vardı… Bence aşk, siz onu nasıl yaşıyorsanız odur.
Sen aşklarını saklayan bir kadın değilsin. Ama bir süredir hiç aşk haberi yok seninle ilgili. Bir röportajında “Ben kendimin beyaz atlı prensiyim” demişsin. Aşkla arana mesafe mi girdi?
Ne çok aşk dedik be Hakan (gülüyor). Kendi hayatıma sahip çıkmam ve istediğim gibi yaşamam aşkla arama mesafe girdi diye düşündürüyorsa, hayır, düşündürmesin. İlla da hayatımda bir erkeğin beni gelip almasına ihtiyacım yok demek istemiştim beyaz atlı prens sözüyle. Yolda bana eşlik eden, birlikte eğlenebildiğimiz, dertleşebildiğimiz biri olursa ne âlâ. Ki öyle biri bir süredir var ama nazara çok geldiğimizden göz önünde yaşamayı tercih etmiyoruz.
Yönetmenlik bazı insanların elinde çok tehlikeli hale geliyor
Bir önceki filmin ‘Bergen’de kadına şiddeti gerçek bir hikâyede görüyorduk. Bu sefer de film feminist bir dokunuşla bitiyor. Bu senin kararın mıydı?
Hayır, ama bu, filmi kabul etme sebeplerimden biriydi. Feminist diyebiliriz isterseniz ama bence objektif ve cinsiyetsiz bitiyor. Genel olarak çoğu klasik eserde kadınların intiharı, asalet ve cesaret dolu bir karar olarak gösterilirken erkeklerdeyse tam tersi, güçsüz ve ezik gösteriliyor. Bunu ilk duyduğumda çok şaşırmıştım ama ne yazık ki cidden öyle. Ölen kadınlar yüceltilirken, erkeklerin hayattan vazgeçme hali itici bulunuyor.
‘Aşk-ı Memnu’ 1901’de kitap olarak yayımlanıyor. O zamanla bu zaman kıyasladığında aşk ve kadına bakış değişmiş mi?
O zaman romanda geçen şartlarla bugünkü şartlar elbette bambaşka. Böyle bir karşılaştırma yapmam zor olur. Bu roman, sevmek isteyen etken bir kadın, yani Bihter ve sevilmek isteyen edilgen bir kadın, yani Nihal arasındaki farkı çok iyi yansıtmış. Aşkı bilmem ama kadınlara bakış, toplumdaki yerimiz, bizlere konulan sınırlar, ister seve seve ister de seve seve değişiyor ve daha da değişecek.
Kadına şiddete yönelik her zaman ses çıkaran isimlerdensin. Yıllardır setlerde olan bir oyuncu olarak hiç fiziksel ya da psikolojik şiddete maruz kaldın mı?
10 sene önce şiddet türleri hakkında bu kadar bilgili değildik. O zaman asla öyle görünmeyen şeylerin şu an şiddet olduğunu fark ediyorum. Öyle bir yönetmen vardı ki, bağırıp emirler yağdırarak çalışan bir kadın, “Bu mu, böyle mi oynayacaksın” gibi şeyler söyleyip oyuncuların sette taklidini yapardı. Şu an öyle bir sette olduğumu hayal bile edemiyorum. O zaman da "Bu ne ya” diyordum ama çok gençtik ve net bir tavır koyamıyorduk. İlginç ama yine kadın başka bir yönetmen sarmıştı bana, zorla botoks yaptıracaktı, en sonunda “İstemiyorum işte” deyip tersledim de anca öyle durdu.
Oyuncularla bu tip şeyler yaşamadın mı?
Oyunculardan açıkçası çok bir şey görmedim ama bir oyuncuyla çektiğimiz sahnede farklı bir açıdan çekilecekken “Biraz geriden alabilir miyiz, demin çekilen açıda gözlerim doluydu, devamını çekiyoruz” demiştim ve o da bana yaklaşıp garip bir şekilde “E doldur o zaman, dolduramıyor musun” gibi gereksiz bir hamle yapmıştı. İnat ettim, “Tamam” dedim, istediği yerden başladık ve sorun olmadı. Sonra o insanla bir daha hiç öyle bir şey olmadı, hatta bana sormaya başladı “Nereden alayım” diye. Sanırım bazı sonradan alfa erkekler, ne kadar üstüne gidebilirim diye önce bir deniyor (gülüyor). Oyuncularla ilgili başka aklıma gelen bir olay yok ama yönetmenlik gerçekten bazı insanların elinde çok tehlikeli hale geliyor. Hem Tanrı gibi davranmak ve görülmek istiyorlar hem de kraldan çok kralcılar çevrelerinde olduğu sürece iyice bilinçlerini kaybedip yönetmenliğin de bir meslek olduğunu, üstün bir olay olmadığını unutuyorlar.
Hande Ataizi ile sette tartıştığın yazıldı, çizildi… İşin aslı nedir? Ne yaşadınız?
Firdevs karakteri için Hande aklıma geldiğinde aşırı heyecanlandım ve bunu ekiple paylaştım. İlk başta tam göremediler nasıl bir Firdevs olacağını, fakat Hande’nin enerjisi ve zaten yıllardır olan o kendine has karizması, projeye olan isteğiyle birleşince ortaya harika bir Firdevs çıkacağına onlar da inandı. İyi ki kabul etti, beraber çalıştık. Tam neyle ilgili olduğunu ben de anlamadım açıkçası çıkan haberlerin, çok tatlı çalıştık ama. Sette olur böyle şeyler, kulaktan kulağa yanlış mı konuşuldu acaba? Ben Londra’dan döndükten sonra filmin kurgusuna girdim. Galadan önce aradı, heyecanımızı paylaştık, “Bu saçma sapan haberler nereden çıkıyor, galada beraberiz zaten” diye konuştuk. Benim Hande ile bir sorunum yok, hiçbir zaman da olmadı, neden olsun?
E, hani hepimiz eşit olmalıydık? Uçurtmayı şimdi kim vuruyor?
Yılmaz Güney olayına gelirsek... Güney’le ilgili sosyal medyada yazdıkların çok konuşuldu. Dava süreci başladı. Neler söylemek istersin bu konuda?
Haydi gelelim; ortada bana açılmış bir dava olduğuna dair henüz kesin bir bilgim yok. Ama genel olarak çok şaşırdım. Şuna şaşırdım; iddia etmedim, hakaret etmedim, sadece olanı söyledim. Bu denli fanatizme ve putlaştırmaya hiç bu kadar yakından şahit olmamıştım. Sadece ben değil, ailem de dahil olmak üzere tehdit edildim, hakarete uğradım. Dediğim şeyi Kürtlerle ilgiliymiş gibi lanse eden Nagehan Alçı’nınki dahil 100 kadar dava da ben açıyorum (gülüyor). Kazandığım tazminat parasını da ‘ÇİKİN KRAL’ adına kadına şiddet derneklerine bağışlayacağım.
Nur Sürer de bir mesaj paylaştı ve mesajının bir bölümünde “Kimsenin haddi değil Yılmaz'la ilgili konuşmak” dedi… Sen ne demek istersin?
Bu açıklama, insan ayrımı ve hatta kendince küçümsemesi çok komik geldi bana... Sektörde kadın ve erkek eşitliğinin olmadığını her yerde söyleyen, “Kadına şiddeti normalleştirenlerle mücadele etmeli, asla cezaevlerinden çıkarmamalıyız” diyen sözde aydın kesimin böylesine laflar edip kendileriyle çelişmesi çok üzücü. E, hani hepimiz eşit olmalıydık? Uçurtmayı şimdi kim vuruyor? Hani özgürce düşündüklerimizi söyleyebileceğimiz bir toplumda yaşamak istemiyor muyduk ya?
Eserleri sanatçılarından bağımsız sevebilir miyiz? Yılmaz Güney'le ilgili iddiaları bir yana koyup sanatına saygı duyulabilir mi?
Şahsen ben propaganda filmlerini sevmiyorum, anlamıyorum da zaten, bence kamu spotu anlayışından bir farkı yok. Genel olarak sanata saygı duymayı anlarım, fakat putlaştırmayı aklım almıyor. Sanatçının yaşamıyla sanatı ayrı tutulamaz, tutarlı ve uyum içinde olmadığı sürece inandırıcı da olmaz. Çünkü bütün bunların toplamı olarak var olur insan. Katil ama çok güzel filmler çekiyor, sapık ama güzel resim yapıyor, ırkçı ama güzel şarkı söylüyor. Bu deli-dâhi dönemlerini geçtik artık.
Karakterine kızıp eserlerini beğendiğin kimse yok mu?
Ülkemiz bu konuda bayağı üretken. Tatlıses mesela, bu kadar büyük bir sesin böylesine bir karakterden çıkıyor olması çok üzücü.
Sanat biraz da karanlık duygulardan çıkan bir şey. Steril bir hayat ve çok ilkeli bir karaktersen sanat çıkar mı? Sence sanatçı rol model olmalı mı? Ya da sen rol model olmalıyım baskısı yaşıyor musun?
Sanat artık her yerden çıkabilir. Böyle kısıtlandırmalara gerek yok. İsteyen istediği yolu tabii ki başkalarına zarar vermeyecek şekilde seçsin. Ben kendi adıma konuşabilirim sadece, bu konularda tek bir doğru olduğunu savunamam. Ben bir rol model olmaya çalışmıyorum ama yaptığımla söylediklerimin çelişmemesi için elimden geleni yaparım, kendimi sorgularım. Baskı hissetmiyorum, kendi halimde, çevreme faydalı olmaya çalışan bir insanım.
Gerçekten günah keçisi gibi davranıldı
Yapımcı yönünle de projelerdesin. Bihter’de de yapımcılar arasındasın. ‘Bergen’ filminden sonra kazandığın para çok konuşuldu. Bazı rakamlar verildi. Ne güzel gişe yapmışsın. Ve bir kazancın olmuş. Ama sen tepki gösterdin… Neden kızdın bunlara?
Yalan haberlere kızmıyorum ama, evet, dalga geçtim, normal bir yalan habere vereceğim tepkiyi verdim. Özel hayatıma da dokunuyor çünkü bu, vergide bile sıkıntı çıkabiliyor o uydurma haberlere inanırlarsa. Bunlar hiç düşünülmüyor ama… “Neden yalanlıyorsun”, çünkü yalan. Ve yalan olan bir şeyin karşısında neden susayım! Ben, hayatım boyunca para muhabbetine girmemiş insan, girdiğim ortamlarda bu konu açılınca inanamıyorum. Hem hadsizliğe inanamıyorum hem yalanın bu kadar güzel sahiplenilmesine inanamıyorum. Kazanmış olsaydım da söylemezdim, kime ne, ne ayıp bunu sormak derdim. Böyle olunca daha da bir gıcık oluyor. Ama keşke kazansaydım ya.
Konu sektörden açılmışken, son dönemde oyunculuğun popülerlik ve özellikle sosyal medya popülaritesiyle ölçülür olmasına ne diyorsun?
Öyle görünse de tamamen öyle olduğunu düşünmüyorum. Sürdürülebilirliği tartışılır, bu noktada da kişisel tercihler devreye girer. Belki projede yer almaya takipçi sayısı etken olabilir, fakat duygu aktarımını takipçi sayısı sağlayamaz.
Peki, bazı genç isimler de performanslarıyla eleştiriliyor. İzliyor musun işleri? Senin düşüncen ne?
Yeni çıkan çoğu diziye, filme mutlaka bakmaya çalışıyorum. Hatta Murat Soner’den de takip ediyorum, zevkli oluyor. Bazı genç isimler derken oyuncu arkadaşımız Hande Erçel’i kastediyorsun diye düşünüyorum. Bence Hande’nin üzerine gereksiz gidildi, gerçekten günah keçisi gibi davranıldı. Bence, ilk başta eleştirilmesi gereken oyuncular değil; yapımcılar, kanal sahipleri hatta platformların yerli görevlileri.
Travma tedavisi olacağım
13 yıl önce seni tanıdık. İlk röportajımızı da o zamanlar yapmıştık. Üzerinden yıllar geçti. Türkiye’nin en önemli starlarından biri oldun. Senin adına nasıldı bu 13 sene?
Hemencecik geçti diyemiyorum, gayet yavaş ve zorlu geçti. Adım adım, her yaşadığımdan iyi-kötü deneyimleri yanıma alarak bugüne geldim. Bakalım bir 13 yıl sonra nasıl olacak... Belli bir yaştan sonra herkes usta oyuncu oluyor diye kaçınılmaz olarak usta olunca sakin, huzurlu ve rahat olmak istiyorum, yaşlanmayı beklemek istemiyorum sektöre dair konuşmak için. Genç oyuncu, güzel oyuncu sıfatlarından hem kendi adıma hem meslektaşlarım adına çok sıkıldım. Meslek olarak evet, oyunculuk yapıyorum ve oyuncu şöyledir, oyuncu böyledir diye konuşmalar duymaktan da çok sıkıldım, sanki farklı bir türmüşüz gibi (gülüyor). Hikâyemin özeti sanırım henüz yapım aşamasında.
Şimdi hayatın nasıl bir dönemindesin?
Tam olarak bu aralar Bihter dönemi. Aralıkta biraz dinleneceğim ve hangi planlarımı gerçekleştirmek için harekete geçeceğime karar vereceğim. Biraz durmak gerekiyor. Farkında olmadan çok yorulmuşum. Çekimler ve set benim için en az yorucu olan tarafı bu mesleğin.
Yaralı kadınlara canlandırdığın karakterlerde ruh verdin. Senin yaraların var mı?
Olmaz olur mu… Şu an aslında köpeklerim (Eylül ve Boldi) ile ilgili bir yara sarma sürecine girdim diyebilirim. Bir kere aralarına girdiğimde parmaklarım kopmuştu ve şu an iki köpek görünce epey bir travmatik reaksiyon gösteriyorum. Köpek yürütemiyorum, ikisini bir araya asla getiremiyorum, evde farklı yerlerde duruyorlar. Bununla ilgili bu yoğun dönemden sonra cesaretimi toplayıp travma tedavisi olacağım.
Sosyal medyada bir takipçinin “Kronik bir hastalığın var mı" şeklindeki sorusuna "Boyun fıtığım var, tiroidim çalışmıyor, haşimato hastasıyım, beynimde lezyon var, dizim çok kötü” şeklinde cevap verdin. Gerçek miydi bu rahatsızlıklar? Şimdi nasılsın?
Gerçek. Tiroit zaten bayağıdır benimle, o yüzden bu kilo alıp vermelerim. Fıtık fena yaa, ağustosta yeni bir lezyon oldu beynimde, şubat gibi kontrolüm var, bakılacak iyice. Ama güzel bir haber, dizim artık iyi! Hahaha, yüzme dersi alıyorum, dizime de faydası oldu sanırım.
Canım böyle giyinmek istedi
Bu hafta bir de Dilan Polat ile ilgili bir film tanıtımı çekerek şaka yaptın… Canlandırır mısın gerçekten? Bir de her şeyi tiye alıyor gibi duruyorsun. Bu hayat içinde de böyle mi?
İnsanların film tanıtımlarından beklentileri bu kadar düştü mü ya (gülüyor)! ‘Reface’ uygulamasından uyduruk bir şey yaptım ve bunun ciddiye alınmasına inanamıyorum, çok komik. Birini canlandırmak diye bir isteğim yok, senaryoya ve projenin kendisine göre karar veriyorum. Hayata dair şeyleri hep tiye alıyorum diyemem ama eğlence sektöründe hayat kurtarırmış gibi ciddileşmek bana komik geliyor. Anasına küfretmişimcesine giydiklerimden nefret eden insanlar bana komik geliyor.
Konu oraya gelmişken galada elbisen çok konuşuldu. Fiyatı, tarzı… Beğenenler kadar, zevkini eleştirenler, konuşulma yöntemi olarak bunu seçtiğini söyleyenler oldu… Ne demek istersin?
Stilistlerim Bengisu Gürel ve Ayça Elkap’la ilk buluştuğumda “Pijama giymek istiyorum” demiştim. Beni yakından tanımak istediler ve eskiden beri neler sevdiğimi, İngiltere’de nasıl giyindiğimi, nelerden hoşlandığımı sordular, çok güzel sohbet ettik. Sonrasında buluştuğumuzda bu elbiseyi gösterdikleri an bayıldım. Benim ikinci el vintage kıyafetlerimden yola çıkmış bir fikir olmuş onlar için. İnanılmaz bir ikili, iyi ki onlarla çalıştım. Fiyatı olarak; zaten her geçen an kurla birlikte artıyor her şeyin fiyatı (gülüyor). Sevdim, giydim. Sanırım alıştıkları şeyleri görmek istiyor insanlar, alıştıkları elbiseleri, alıştıkları güzellik algısını... Öyle tercih etmedim, canım böyle giyinmek istedi. Kimseye zararı da yok gibi geliyor bana, o yüzden sakin olsun herkes.