İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Abdullah Musab Şahin, Güney Afrika'nın İsrail aleyhine açtığı UAD davasının seyrini ve Netenyahu karşıtı benzer dava süreçlerini nasıl etkileyebileceğini AA analiz için kaleme aldı.
Orta Doğu’nun onlarca yıldır devam eden sıcak gündemi insancıl hukukun ve bunun denetim mekanizması olan uluslararası mahkemelerin güvenilirliğini tartışmaya açtı. İsrail’in sistematik saldırılarının durdurulması için yetkili merci arayışları başladı. İlk olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gündeme geldi. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ve avukat grupları UCM’ye topladıkları delilleri sundu. Bununla birlikte, arzulanan sonucun çeşitli sebeplerle UCM’den çıkmayacağı anlaşılınca alternatif arayışları başladı. BM (BM) Genel Kurulu, sonrasında BM Güvenlik Konseyi (BMGK) ve nihayet Uluslararası Adalet Divanı (UAD) devreye girdi.
7 Ekim’den bu yana yaşanan silahlı çatışma hali uluslararası mahkemelerin yanında İsrail’in ve bu ihtilafa taraf olmayan devletlerin iç hukuklarında da çeşitli gelişmelere sebep oldu. İsrail açısından bakıldığında; 2019 yılında Binyamin Netanyahu’ya yönelik açılan yolsuzluk davalarının duruşmalarının 2 ay ertelendiği görüldü. 7 Ekim olayları sonrası İsrail’de yaşanan gelişmeler sebebiyle bu davaların görülmesi ertelendiyse de geçen ay ifade alma süreci tekrar başladı. Güney Afrika’nın açtığı davada UAD tarafından verilecek bir tedbir kararının öncelikle uluslararası arenada, sonrasında ise İsrail içinde Netanyahu’ya yönelik tepkilere sebep olacağı muhtemel gözüküyor. Bu da yolsuzluk davalarının tepkisel şekilde daha hızlı görülmesini ve başka suçlamaların da gündeme gelmesini tetikleyebilir.
Silahlı çatışma halinin tarafı olmayan ülkelerde ise siyasetçilerin sorumluluklarının tespitine ve silah satışının engellenmesi gibi tedbirlerin kararlaştırılmasına yönelik davalar açıldı, bazıları da hazırlık aşamasında. Amerika Bileşik Devletleri (ABD) ve İngiltere iç hukuk sistemlerinde İsrail'e ilk günden beri koşulsuz destek veren siyasilerin yargılanmaları ve sorumlu tutulmaları yönünde çabalar yoğunlaşıyor. Davalar doğrudan yöneticilerin 7 Ekim’den bu yana İsrail’e sağladığı koşulsuz desteği konu alıyor. Diplomatik ve ekonomik olarak İsrail’in desteklenmesi suretiyle bir uluslararası sözleşmeden ve uluslararası örf ve adetlerden kaynaklanan soykırımın önlenmesi yönünde gerekli tedbirlerin alınmaması davaların temel dayanağı.
ABD ve İngiltere’de iç hukuk kapsamında açılan veya hazırlık aşamasındaki bu davaların esas itibarıyla Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kapsamında söz konusu olan devletlerin soykırımı önleme yükümlülüğü ile ilişkilendirildiği görülüyor. Kısa süre önce Güney Afrika’nın da benzer gerekçeye dayanarak devletlerin soykırımı önleme yükümlülüğünü ön plana çıkararak İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanına gittiği hatırlanırsa, Güney Afrika’nın başvurusunun ABD ve İngiltere’deki mevcut ve açılması beklenen davaları etkilemesi muhtemel gözüküyor. UAD tarafından İsrail için verilecek bir tedbir kararı sonrasında ABD ve İngiltere mahkemeleri de benzer şekilde İsrail’e maddi yardımın meşruiyetinin araştırılması, durdurulması veya silah satışının sona erdirilmesi gibi çeşitli tedbir kararları verebilecektir.
İsrail’de daha önceki dönemde başlayan soruşturmalar neticesinde savcılık tarafından 2019 yılında Netanyahu’ya çeşitli suçlamalar yöneltilmişti. Yolsuzluk davaları olarak isimlendirilen bu davalar dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma ve rüşvet suçlamalarını içeriyor. İlk duruşma 2020 senesinde yapılmıştı. 7 Ekim sonrasında ise olağanüstü dönem şartları ve bu şartlar altında ifadelerin alınmasının mümkün olmaması gibi sebeplerle davalar ertelenmişti. Geçen aralık ayında Kudüs mahkemesi ifadeleri dinlemeye tekrar başladı. Bir sonraki duruşmanın gelecek ay yapılması bekleniyor.
Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanına yaptığı sürpriz başvurunun bu yargılamalar üzerinde etki doğurması muhtemel. Son günlerde İsrail hükümetinden veya yargı teşkilatından önemli isimlerin yaptığı açıklamalar Güney Afrika’nın başvurusunun ülke içinde endişeye sebep olduğunu gösteriyor. Divan’ın öncelikli olarak vereceği bir ara karar sonrasında uluslararası kamuoyunun Netanyahu’ya yönelik baskıları artacaktır. Böyle bir senaryoda uluslararası baskının İsrail içindeki muhalefeti de tetiklemesi kaçınılmaz olur. Netanyahu’nun başbakanlık koltuğunu terk etmesi dahi gündeme gelebilir. Bu durum ise mevcut yargılamaların hızlanmasını ve sabık başbakan için tepkisel cezaların devreye girmesini tetikleyebilir.
Anayasal Haklar Merkezi (Center For Constitutional Rights) tarafından temsil edilen Çocuklar İçin Evrensel Koruma (Defence For Children International) gibi çeşitli Filistinli insan hakları örgütleri ve Gazze’de yakınlarını kaybeden bazı Filistinli bireyler 13 Kasım 2023 tarihinde Amerikan Federal Mahkemesine bir dilekçe verdi. Açılan davada 3 kilit ismin yargılanması talep edildi: Başkan Joe Biden, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin. Davacıların esas dayanağı, ABD’nin 3 üst düzey yöneticisi tarafından 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve bunun iç hukuktaki yansıması olan 1987 tarihli Soykırım Uygulama Yasası tarafından kabul edilen soykırımı önleme yükümlülüğüne aykırı eylemlerin varlığı. Bu bağlamda ABD’li yetkililerin 7 Ekim’den bu yana İsrail’e sağladığı koşulsuz diplomatik ve askeri destek ile silah yardımı gibi eylemlerin dosya kapsamında detaylı şekilde vurgulandığı görülüyor.
Dosyaya oldukça önemli ilim adamlarının uzman görüşleriyle katkı sunduğunu belirtmek gerekir. Örneğin soykırım çalışmaları uzmanı William Schabas, Bosna-Sırbistan davasında UAD tarafından soykırımı önleme yükümlülüğünün vurgulandığını hatırlatıyor. Bu karara göre; Sırbistan, soykırım sözleşmesinden kaynaklanan soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal etmişti. Aynı şekilde Ukrayna’nın Divan’da Rusya aleyhine soykırım sözleşmesine dayanarak açtığı davada da ABD, soykırım sözleşmesinden kaynaklanan önleme yükümlülüğünü gündeme getirmişti. Uzman görüşlerinin de soykırım önleme yükümlülüğüne yoğunlaştığı görülüyor. Güney Afrika da İsrail aleyhine açtığı davada aynı gerekçelere dayanmıştı. Bu sebeple iç hukuk davası ve Divan’daki davanın eş zamanlı olarak ilerleyecekleri beklenebilir. Amerikan Federal Mahkemesinin Divan’daki yargılamayı takip etmesi muhtemel.
Davacılar tarafından sayılan isimlerin İsrail’e koşulsuz destek vermesini yasaklayan bir acil ara karar çıkarılması suretiyle tedbir alınması talep ediliyor. Uzun vadede ise 3 ismin soykırım sözleşmesine ve bunun iç hukuktaki yansıması olan uygulama yasasına aykırı şekilde soykırımı önleme yükümlülüğü ile çelişen eylemlerinin tespiti bekleniyor. Kasım ayının ortalarında açılan bu dava sonrasında, ABD hükümet temsilcileri tarafından 8 Aralık 2023 tarihinde davanın reddi talep edildi. Buna karşılık, davacıların beyanlarını daha detaylı şekilde mahkemeye sunarak, taleplerini yineledikleri görüldü. Geçen hafta Amerikan-Arap Ayrımcılıkla Mücadele Grubu (American-Arab Anti-Discrimination Committee), Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi (the Council on American-Islamic Relations), Arap-Amerikan Sivil Haklar Birliği (the Arab-American Civil Rights League) gibi gruplar davaya taraf olmaksızın sundukları görüş ve delillerle davacıların taleplerini desteklediler. İlk duruşmaların bu ayın sonunda yapılması bekleniyor.
İngiltere’de de şahıslara ve hükümete yönelik davaların hazırlandığı veya açıldığı görülüyor. İngiltere merkezli Filistinliler İçin Uluslararası Adalet Merkezi (International Centre of Justice for Palestinians) İngiliz siyasetçiler için İsrail’in savaş suçlarına yönelik davalar açmaya hazırlanıyor. Ekim ayında bu niyeti gösterir bir bildiri, merkez tarafından yayımlanmıştı. Bildiride savaş suçlarına yardım etmenin Cenevre de dahil olmak üzere çeşitli uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu ön plana çıkarılarak siyasetçilerin hukuki sorumluluğunun söz konusu olacağı vurgulanmıştı. Hazırlık aşamasındaki bu davanın soykırım yerine İsrail’in işlediği savaş suçlarına destek olarak İngiliz siyasetçilerin sorumluluğunun tespitine yönelik olacağı anlaşılıyor.
Şahıslara yönelik açılması planlanan bu davaların dışında halihazırda hükümete yönelik olarak açılan davalar da var. Geçen senenin son ayında bir Filistin İnsan Hakları Örgütü (al-Haq) ve GLAN (Global Legal Action Network) tarafından Yüksek Mahkemede hükümete yönelik bir dava açıldı. Bu dava kapsamında İngiltere’nin desteği, tehcir ve soykırım riskleri detaylı şekilde gündeme getirildi. Gündemde silah satışının durdurulması talebi var. İlerleyen aylarda ilk duruşmanın yapılması bekleniyor.
ABD ve İngiltere’de iç hukuk kapsamında görülen bu dava süreçleri uluslararası mahkemelerdeki gelişmelerle sıkı sıkıya irtibatlı. Güney Afrika’nın Divan’da açtığı dava gelecek hafta görülmeye başlanacak. Olası bir tedbir kararı, açılması gündemde olan dava hazırlık süreçlerini hızlandıracağı gibi, mevcut yargılamaların gidişatını da siyasetçiler aleyhine çevirebilir. Çünkü bu davalar ve Güney Afrika’nın başvurusu aynı temele dayanıyor; örf ve adet hukukundan ve soykırım sözleşmesinden doğan soykırımı önleme yükümlülüğü.