ABD'deki çeşitli girişimler, nadir toprak elementleri ve platin grubu metalleri içerdiği düşünülen asteroitleri Dünya'ya taşımayı hedefliyor.
Dünya'daki doğal kaynakların sınırlı olmasına karşın artan nüfusun taleplerini karşılamak ve gelişen teknolojilerde üretimi sürekli kılmak için ham madde ihtiyacı günden güne büyürken bu soruna çözüm olarak ortaya atılan uzay madenciliği vizyonu, bilim kurgu sayfalarını aşıp 21'inci yüzyılın gerçekliğine dönüşebilir.
Anadolu Ajansı muhabiri, asteroit madenciliği olarak da bilinen uzay madenciliği için uzay ajansları ve özel firmaların girişimleri, konu hakkında halihazırdaki yasaların kapsayıcılığı ve devletlerin gelecekte oluşabilecek bir rekabet ortamına karşı aldıkları önlemleri derledi.
Uzay madenciliği 1970'ler öncesinde bilim kurgudan öte sayılmazken, Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki uzay yarışıyla ivme kazanan keşif misyonları, bilim insanlarını teorinin muhtemel uygulamalarını değerlendirilmeye itti.
Dünya'nın yer kabuğundan çıkarılan, teknolojik ve ekonomik gelişmelerde kritik öneme sahip nadir toprak elementleri ve platin grubu metallerin hızla tükenmesi, asteroitlerden ham madde ihtiyacını karşılama fikrini cazip hale getirdi.
Ham madde ihtiyacının uzaydan karşılanması, Dünya'daki madencilik faaliyetlerinin neden olduğu çevresel zararı azaltmanın yanı sıra değerli minerallerin bolluğunun birçok teknolojinin üretim maliyetini düşüreceği tahmin ediliyor.
Asteroitler, bileşenlerinin oranına göre yaygınlığı azalan sırada gübre üretiminde kullanılan kil ve silikat yüzdeliği yüksek C tipi, silikat, nikel ve demir içeren S tipi ve değerli madenler taşıması en muhtemel olan "metalik" olarak tanımlanan en nadir tür M tipi olarak üçe ayrılıyor.
Araştırmacılar, uzay araçlarının sınırlı yük kapasitesi göz önüne alındığında ham asteroit parçalarının Dünya'ya taşınmasının oldukça maliyetli olacağını belirterek asteroitlerdeki cevherin biyomadencilik ile asteroit yüzeyinde ya da Ay veya Mars'ın yörüngesine taşıyarak işlenmesini önerdi.
Buna ek olarak, yüksek maliyetli uzay uçuşları nedeniyle lojistik, madencilik tekniklerinin uzay ortamına uyarlanması hakkında yeterli AR-GE çalışması olmaması ve asteroitlerde güvenilir maden tetkik ve arama çalışmalarının düzenlenememesi asteroit madenciliğinin önündeki temel engeller olarak sıralanabilir.
ABD'de uzay madenciliğinde çığır açmayı hedefleyen AstroForge, TransAstra ve Lunar Outpost gibi firmalar, asteroit tanımlama, keşfetme, yakalama ve işletme yetkinliklerine sahip araçlarla asteroitleri en kısa ve karlı süreçte Dünya'ya taşımayı hedefliyor.
Astro Forge'un Üst Yöneticisi (CEO) Matt Gialich, gelecek 10 yılda asteroitlerden değerli madenlerin çıkarılacağını iddia ederken TransAstra'nın CEO'su Joel Sercel, 10 yıl vizyonunu "delilik" olarak nitelendiriyor.
Japonya Uzay Araştırma Ajansı (JAXA), 2003'te gönderilen ilk "Hayabusa" uzay aracıyla "Itokawa" asteroidinden Dünya'ya 1 miligramdan az örnek taşıyarak bir asteroitten temiz numune edinen ilk uzay ajansı olmuştu.
JAXA'nın ikinci girişimi "Hayabusa 2" ise 2014'te uzaya fırlatıldıktan sonra "Ryugu" asteroidinden topladığı 5,8 gram numuneyi Dünya'ya bırakarak 2031'e kadar sürecek misyonunu tamamlamak için tekrar uzaya dönmüştü.
NASA'nın 2016'da uzaya fırlattığı "Osiris-Rex" uzay aracı, Bennu asteroidinden topladığı yaklaşık 250 gram numuneyi Dünya'ya bıraktıktan sonra "Apophis" asteroidini incelemek üzere uzaya geri dönmüştü. Osiris-Rex'in iki hedef konumu da Dünya'ya gelecek yüzyılda çarpma ihtimaliyle gündeme gelen C tipi asteroitler arasından seçilmişti.
Mars ve Jüpiter arasında Güneş'in yörüngesinde dönen yaklaşık 280 kilometre genişliğindeki M tipi asteroitlerin en büyüğü "Psyche"yi keşfetmek için gönderilen NASA'nın "Psyche" uzay aracı ise yüzeyden numune toplamadan asteroidi haritalandırmak için 2 yıl kadar gök cismin yörüngesinde kalacak.
Bilim insanları, derin uzayın keşfinde kullanılmak üzere inşa edilen uzay üslerinin Güneş Sistemi'nde en fazla asteroidin yığıldığı Mars ve Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağı'nda yürütülecek maden operasyonlarında kritik önem arz ettiğini vurguluyor.
Bu vizyonla Rusya Federal Uzay Ajansı (Roscosmos) ve Çin Ulusal Uzay İdaresi (CNSA) işbirliğiyle Uluslararası Ay Araştırma Üssü'nü (ILRS), NASA, JAXA, Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Kanada Uzay Ajansı (CSA) da Artemis projesiyle Ay yüzeyinde üsler inşa etmeyi hedefliyor.
Uzayı keşfetme, kullanma ve uzaydaki kaynaklara erişim hakkında uluslararası uzay hukukunun çerçevesini oluşturan 110 ülkenin taraf olduğu 1967 tarihli Dış Uzay Antlaşması'nın 2'nci maddesinde, "Ay, gök cisimleri ve uzay, egemenlik iddiasıyla, kullanım veya işgal yoluyla ulusal mülkiyete alınamaz." ifadesine yer veriliyor.
Ay'da kalıcı bir üs kurulması, Ay'ın Mars yolculuğu için bir durak olarak kullanılması ve Ay'da değerli madenlerin çıkarılmasına ilişkin yargılar içeren ABD öncülüğünde birçok ülkenin imzaladığı Artemis Anlaşması, "uzayda ham maddelerin çıkarılması, Dış Uzay Antlaşması'nın 2'nci maddesi kapsamında ulusal mülkiyet teşkil etmez." ibaresine yer veriyor.
ABD Kongresinin 2015'te geçirdiği Ticari Uzay Fırlatma Rekabet Yasası da "Dış Uzay Antlaşması doğrultusunda bir devlet, tüzel veya gerçek kişi, bir gök cisminde mülkiyet iddia edemez ancak kar amacıyla gök cisminde madencilik yapabilir ve ürünleri satabilir." hükmünü barındırıyor.
ABD'nin ardından uzay madenciliğine ilişkin mülkiyet konularını ele alan bir yasa tasarısını kabul eden ikinci ülke ise 2017'de Lüksemburg olmuştu.
Araştırmacılar, Soğuk Savaş dönemi ihtiyaçları doğrultusunda uzay silahlanmasına odaklanan Dış Uzay Antlaşması'nın uzay madenciliğine yönelik kesin yargılar içermemesinin, gelecekte bu alanda rekabetin artması halinde çatışmalara yol açabileceği konusunda uyarıyor.